9 Temmuz 2016 Cumartesi

Ben bir Kere Ölmüştüm

Ben bir kere ölmüştüm. Kederden örülmüş duvarların yıkıntıları altına gömülmüştüm. O gün bu gündür aranızda yaşıyor taklidi yaparak gezindim, siz bilmediniz. Bilmediniz acının kıymık kıymık yüreğime nasıl batıp kanattığını, gözlerimden kanlı yaşlar aktığını. Ayaküstü sohbetlerle, sahte tebessümlerle ve yapay nasılsın sözleriyle geçiştirdiniz bana olan ilginizi. Sevginiz de, ilginiz de sizin kadar sahteydi, çünkü ölü olduğumu hiç görmediniz.
Ben bir kere ölmüştüm. Göz çukurlarımdaki bir mezara gömülmüştüm. Hayallerimi, umutlarımı çocukluğumdan kalma bir uçurtmanın kuyruğuna bağlayıp çok uzaklara sürmüştüm. Bitmeyen acılarım için geçmeyen geceler boyunca ben tek başıma üzülmüştüm. Acı dolu çığlıklarımı duymayınca siz, aranızda yaşıyor taklidi yaparak gezinmekten vazgeçip tekrar kendimi öldürmüştüm.
Ben, sahte sevgileri, iki yüzlü dostlukları, yalanı görüp yaşadıkça, tekrar tekrar ölmüştüm. Kaç tabut taşıdım omuzlarımda, kaç ben’in mezarı var yüreğimde bilemezsiniz.
Bilmeyin hiç!
Nasıl öldüğümü de, nasıl yeniden dirildiğimi de hiç bilmeyin siz…

28 Haziran 2016 Salı

İki Yüzlü Tanrı ve Çok Yüzlü Kulları Üzerine



Maske takmak gizlenmek için yüzü, kimliği, ifadeyi ya da ifade edilemeyeni diğerlerinden saklamak için kullandığımız davranış biçimidir. Gizlenmek çoğu zaman vahşî doğada akıllıca bir davranıştır. Canlının yaşamını uzatır, onu av olmaktan korur ama insan doğasında değişik görünüş kazanabilmek için maske takıp gizlenmek, apayrı bir konu ve önemli bir kaygı kaynağı olmanın yanı sıra kişiyi avcı konumuna düşürür.

Hepimiz hayat boyu en az bir kez olsun toplum içinde ortama uygun bir maske takmak zorunda kalmışızdır. Yetiştirilme biçimimizden kaynaklanan, büyüklerimiz tarafından öğrendiğimiz, kabul edilme ihtiyacımızı karşıladığını düşündüğümüz maskelere zaman zaman ihtiyaç duymuşuzdur. Çocukluktan başlayan kendi olamama durumu, büyüklerin onayını alma kaygısı ile ilk masum maskelerimizi çocuk yaşlarda takınmaya başlayarak, bunu hayatımızın çeşitli kesitlerinde sık sık uygulamışızdır. Bunun yanı sıra bir pazar yerini andıracak kadar çeşitliliğe sahip, her ihtiyaca uygun, her türden, her an alıcısı olan bu maskelerden kullanan da dâhil herkes şikâyetçidir.

Dünyada her şey akıl almaz hızla değişirken, her türlü durağanlığı tamamen dışlamış durumdayız. Aynaya baktığımızda aynı kişiyi görmeye, hatta kendi yüzümüzdeki ifadeyle ikinci kez karşılaşmaya bile tahammül edemeyiz çoğumuz. Durum böyle olunca, yüzlerimizdeki değişim hızı da farklı boyutlarda sürüyor ve değişik maskeler edinmek zorunda kalıyoruz.

Oysa kendi olamamak, gerçek kendini gösterememek, maskelerin arkasına saklanarak yaşamak zorunda kalmak çok meşakkatli bir iştir. Kişiyi mutsuz eder, içinde sürekli bir huzursuzluk hali ile ne istediğini, kim olduğunu bilmeyecek duruma getirir. Kişi maske takarak farkına varmadan kendine yaptığı bu kötülüğün yanı sıra bir de çevresi tarafından dışlanır, yalnızlaşır.

Buna rağmen hayatı boyunca maskelerle dolaşan insanlar vardır, bunca şeyin üstesinden gelerek o maskeleri hala çıkarmayışları takdire şayan bir davranıştır doğrusu.

İnsanlardaki bu iki- belki de bir kaç- yüzlülüğü sorgularken,  asıl sorulması gereken soru şu olabilir:
 Belki de aynı şeyleri görmekten sıkıldığı için binlerce kez evreni değiştiren yaratıcı, kendini de değiştirmiş midir? Yani Tanrı, o eski bildik, tanıdık Tanrı mıdır hala?

Onun da bizler gibi, kendini herkese farklı gösterdiği maskeleri var mıdır acaba?

27 Haziran 2016 Pazartesi

İçmek ya da İçmemek

"Küllük bulunmayan bir eve girdiğimde huzursuzluk duyar ve korkarım" der Lin Yutang, "Oda düzenli ve çok temizdir, örtüler yerlerinde, insanlar doğru ve duygusuz olmaya çalışırlar. Ve ben hemen en iyi davranışlarımı takınırım. Yani en rahatsızlık verenlerini..."
Maggin ise "puro içen hiç kimse intihar etmedi" der. Pipo içen birisinin de karısıyla kavga ettiği görülmemiştir. Çok basitir nedeni: ağzında pipoyu tutmaya çalışırken, bir diğerinden daha yüksek sesle bağırıp çağırmak olası değildir ki!

Uyku tutmayan bir sonbahar gecesi dışarıda sağanak yağmur yağarken, çıtır çıtır yanan sobanızın başında, kediniz kucağınızda geçmişi yâd ederken sadece bir sigara eşlik edebilir o anınıza. Ya da sıcak bir yaz gecesinde, bir deniz kenarında, ılık esen rüzgar yüzünüzü yalayıp geçerken, anılar da kalbinizi şöyle bir yoklar. Bir tane, bir tane daha ve bir tane daha...Sırdaşınızdır sigara, en özel anlarınızı paylaştığınız arkadaşınız. Yalnız kalmak istediğiniz zamanlarda bile yalnız bırakmasını istemediğiniz yegane dost.

Sigara içmeyenler içenlerin sigaradan aldığı tinsel etkileri bilip takdir edemezler ve sigara içenlere ikinci sınıf insan muamelesi yaparlar. Onlara göre sigara içmek karakter zafiyetinin bir belirtisidir ve melankolinin başlıca tanılarından biridir. Kendilerinin daha güçlü iradeli, daha üstün ahlaklı olduğunu ve övünecek bir şeyleri olduğunu düşünürlerken insanlığın en büyük zevklerinden birisini kaçırdıklarını hiç fark etmezler. Oysa sigara içmek, dünyanın olanca acımasızlığı, hayatın çekilmez yükü ve yaşadığınız kötülüklerin tümünü son nefesimizi çektiğimiz sigaranın izmaritini küllüğümüzde ezerek söndürdürürken yok etmeye çalışmaktır bir bakıma

25 Haziran 2016 Cumartesi

Yalnızlık ve Gece

Gecenin en karanlık anında yağmurda ıslanmış bir sokak köpeği gibi yapayalnızken, yüzeysel bir ‘nasılsın’ sözüyle başlayan konuşmalar ne kadar da zavallı bir yalnızlık içinde olduğumuzu bir kez daha hatırlatır bize. Bir önceki günün bugünden farkını kim ayırabilir ki? Hep aynı hüzünlü şarkılar, ezberlediğimiz aşk şiirleri, belleğimizde silinmeye yüz tutmuş mutlu günlerin fotoğrafları… Uyku ilaçlarıyla uyuma çabaları, bazen onlara rağmen uyuyamama sıkıntıları kara bir büyü gibi çöreklenir üstümüze. Göğüs kafesine hapsolmuş yürek çırpınmaktan yorgun düşer.
Tekrar, tekrar ve tekrar aynı sarmal.
Birine anlatılsa? Konuşulsa biriyle? Açıklansa her şeyiyle?
Mümkün müdür kelimelerin sesine hapsolmuş olanı anlatmak?
Neyi, nereye kadar anlatabilir insan? Neyi, ne kadar anlayabilir insan?
Susmak gerekmez mi böyle zamanlarda? Susmanın erdemine sığınmak en büyük sığınağımız olmaz mı?
Gittikçe mahzunlaşıp içine çekilen gözlerdeki kederin nedeni kime nasıl anlatılabilir ki?
Belki de en iyisi susmak.
Susmak ve sessiz kalınan her anda bir yolun daha kapanmasına seyirci kalmak, bir köprünün daha yakılmasına göz yummak ve bütün gemileri ateşe vermek….

23 Haziran 2016 Perşembe

Melankolik Yazılar I

İnsan ona, insan buna, insan herkese ama insan en çokta kendine kızmıyor mu bazı noktalarda?
Bazı noktalarda en büyük kötülüğü biz kendimize yapmıyor muyuz?
Abartılan sevgiler, hak edilmeyen değerler, fazla önemsemeler, hiçbir şeyi boş verememeler.
Hayat içimizden, insanlar hayatımızın içinden geçip gidiyor. İçimizden ne mevsimler, ne kurak kışlar, ne serin yazlar, ne acayip hevesler geçiyor. Ani tökezlemeler, ani düşüşler, ani dibe çöküşler yaşıyoruz. Dizlerimiz, dilimiz, elimiz, ama en çok da gururumuz kanıyor. Tahammülümüz en ince yerinden kırılıyor.
Yaşayarak kaç kez deneyimlesek de bunları, kendimizi koruyamıyoruz. Çünkü her seferinde aynı tuzağa itiyoruz kendimizi. Bu yüzden en çok kendimize kızıyoruz.
Bazen yorgun bir fil, bazen bacağı kırılmış bir köpek, bazen ıslak ve yılgın bir kedi gibi hissediyoruz kendimizi.
Çünkü hayattan çok, çünkü insanlardan çok, çünkü en çok da aşk yoruyor seveni.
Gözün takılıyor baş ucunda yuva kuran örümceğe bazen, bakıyorsun o bile senden daha mutludur, çünkü eşini yemiştir, çünkü hayvanlar boyun eğmez insanlar gibi. Bu yüzden hayvanlar daha mutludur. Biz ise kendine vuran, dişe geçen o yumruğu severiz. Bizim üstümüzde denense de, gördüğümüz bu güce bağımlıyız..
Bazen her şeyin farkına varıyorum ben, bazen hiçbir şeyin farkında olamıyorum. Bazen geliyorlar bana ekseriyetle, ben ekseriyetle bir yerden dönüyor oluyorum. Kıyısından bir ayrılığın, ucundan bir uçurumun, üzüntünün orta yerinden, öfkenin zirvesinden...
İşte gene döndüm ben bir yerlerden. işte gene yorgunum, gene olmaması gereken ama olmuş bir şeyin yorgunuyum. Yapmayı hiç istemediğim işler, konuşmak istemediğim konular birikti iyice. Ama mevsim yaz, hava sıcak. Terle birlikte insanın yüzüne yapışan hüzün, çıkmıyor ki silmekle. 

.Ben bugün böyle, anlaşılması zor, saçma ama gerçek, komik ama acıklı şeyler düşündüm, genelde ben hep lüzumsuz şeyler düşünürüm.
Ben bir peri kızı olup dünyaya iyilik dağıtmak isterdim küçükken ama sıradışı sayılamayacak kadar sıradan bir insan oldum büyüyünce ve kafamın içinde beni tepeden dibe itekleyen melankolim yüzünden yazıyorum.
Biliyorum hiçbir işe yaramadığını ama yazıyorum.
Depresyonla yaşamak zor, belki de bu zorluğun üstesinden yazarak geldiğimi sanıyorum.
Belki de ben yok’um, yazarak var olmaya çalışıyorum.

22 Haziran 2016 Çarşamba

Zaman ve Kadın

Bir zamanlar size çok uzak gibi görünse de, o zamanın geldiğini, gençliğinizde olmayı düşlediğiniz o kadın olmaya başladığınızı görüyorsunuz. Unutuyorsunuz unutulması gereken birçok şeyi yoluyla yordamıyla. Geçmişinize dair ne gurur, ne de hoşnutsuzluk duyuyorsunuz. Acıyan yerlerinizin olup olmadığını anlamak için daldırıyorsunuz elinizi içinize. Bazı sızılar hala varsa da, geçmişin ağırlığını atmış, hafiflemiş hissediyorsunuz kendinizi. Verdiğiniz mücadelelerden zaferle çıkmamış olsanız da, vuruşmuşsunuz gücünüz yettiğince, yenilgi değil de yorgunluk üzerinizdeki, anlıyorsunuz.

Biliyorsunuz, her kadın yorulur zaman ilerledikçe. Durulur, dinginleşir duyguları, eski gözü karalığı kalmaz. Söner heyecanları, yabancı birine baktığı gibi bakar aynadan eski kendine. Hayatının sağlamasını yapar. Çözer kadınlık sırlarını, gözyaşlarını ardında bırakır, sevilmeye fazla gereksinim duymadan, sadece sevmekle yetinebilir. Zamanınızın geldiğini görüyorsunuz siz de. Bir zamanlar olmayı düşlediğiniz kadın olmaya başladığınızı görüyorsunuz. Bu modelin size uyup uymadığına aldırış etmeden alışıyorsunuz bu yeni Siz’e. Olgunluğu nitelendiren bütün iyi niyetli davranış ve sözcükleri yerleştiriyorsunuz hayatınızın içine. Tekdüze, oldukça derli toplu, dikkatli, olabilirlikler karşısında fazla hoşgörülü yeni bir hayata adım atıyorsunuz. Dudağınızın bir kenarında ince bir tebessüm, diğer tarafında ağlamamak için kendinizi tutmanızdan kaynaklanan hafif bir titreme. Kabul etmek istemeseniz de, biliyorsunuz, "YAŞLANIYORSUNUZ..".

19 Haziran 2016 Pazar

Babanız Varsa Eğer


Babası ölenlerden af dilereyerek....


Bir babanız varsa eğer,
Yüzünüze keder öyle her istediğinde gelip oturamaz çünkü bir baba evlâdını en iyi tanıyandır. Kederin gölgesi düşer düşmez yüzünüze, tüm sebepleri kaldırır ortadan. Dudağında bir tebessüm, içinde kocaman bir sevgiyle sarılır size. Yeryüzündeki bütün dert ve sıkıntılar yok olur o anda. Çünkü baba, bir süngerin suyu çektiği gibi çeker alır tüm üzüntü ve dertleri kendine.(Araştırmayın boşuna, babanın bu doğaüstü gücü nereden, nasıl aldığını asla bulamazsınız. Ta ki bir çocuğunuz oluncaya kadar...)

Bir babanız varsa eğer,
Mucizelerin varlığını görüp yaşayarak kabul edersiniz çünkü her babanın sihirli bir değneği vardır. İmkânsızı başarır, olmazları oldurur sizin için. Meselâ bir baba asla parasız kalmaz. Değdirdiğinde sihirli değneğini cebine, boş olduğunu bildiğiniz cüzdanı istediğiniz bir şeyi alabilecek kadar parayla dolar. (Bir arkadaşından borç almak ya da bir/kaç faturayı ertesi aya sarkıtmak bu sihrin bir parçasıdır ama baba, asla sihrin formülünü vermez çocuğuna. Nasılsa bu sihirli değnek, çocuğu olduğu ilk gün verilecektir her babaya)

Bir babanız varsa eğer,
Korkusuzca, sere-serpe kurulup oturursunuz hayatın orta yerine. Siz görmeseniz de, babanız daima etrafınızdadır. Pençelerini çıkarmış bir şekilde dolaşır, gelen her türlü tehlikeyi ve tehlikeli insanları sizden uzaklaştırır. (Bir baba görünmezliğin sırrını çözmüştür evlâdı için ama siz bu sırra o anda nail olamaz, ancak baba olunca varırsınız.)

Bir babanız varsa eğer,
Asla karanlıkta kalmazsınız. Şafağa varmayacağını bildiğiniz en karanlık gecelerinizi ışığıyla aydınlatır babanız. Dolayısıyla karanlıktan hiç korkmazsınız. (Bir ışık kaynağı olarak baba, bilimsel araştırmalara konu olmalıdır)

Bir babanız varsa eğer,
Yanıldığınızda, yorulduğunuzda, yenilginin tam orta yerinde durduğunuzu hissettiğinizde onu daima yanınızda bulursunuz. Gerekirse savaşır sizin yerinize. Kendi kişisel hayatı mağlûbiyetlerle dolu olsa bile, her baba evlâdı için verdiği savaşta galip gelir. (Bkz: Gazeteler, kitaplar, filmler, haberler...)

Bir babanız varsa eğer,
Yalnızlığın, mutsuzluğun ve dahi umutsuzluğun o karanlık dehlizlerinde asla gezmezsiniz çünkü babanızın eli daima üstünüzdedir. Ne zaman düşecek olsanız o karanlık dipsiz boşluğa, sizi anında çekip alır. ( Bu gibi durumlara hazırlıklıdır her baba, işte bu yüzden yüreğinde daima sağlam bir halat taşır)