Kadın olmak doğuştan hayata bir
sıfır mağlup olmaktır aslında. Hele ki ilk çocuk olarak doğmuşsanız. Önce
babanın sonra diğer aile üyelerinin buruk bakışları arasında dünya gözünüzü
açarsınız. Anne de bir kadındır ve sizi sevgisiyle sarıp sarmalasa da, o da
içten içe erkek olmadığınız için hayıflanır. Çünkü günümüzde bile erkek çocuk doğurmak ailenin ve cemiyetin
sevgisini ve takdirini kazanmaya yardımcı olur.
“Kız olduğunuz için pembeli
cicili bicili, zaman zaman da komik kıyafetleri, ponponlu dantelli çorapları
giymek zorunda kalırsınız. Henüz seçme şansınız yoktur. Büyüdükçe durum
değişmez. Erkeklerden ayrı tutulursunuz daima. Erkek gibi giyinme, erkek gibi
konuşma, erkek gibi davranma ikazları ile karşılaşırsınız sürekli. Erkeklerden
farklı olduğunuz hatırlatılır durmadan. Onlar kadar özgür olamayacağınız çok
ufak yaşlarda beyninize işlenir ve önce aile içinde başlayan bu ayrımcılık
ileriki yaşlarda toplumca desteklenir.
Derken okul çağı gelir. Orada da
durum farklı değildir. Yaşıtınız erkek çocukları tarafından horlanır oyunlara
alınmaz, sen kızsın diye bir kenara itilebilirsiniz. Oysaki elinize bebek
tutuşturmak yerine top verilse kim bilir belki de sizde onların büyürken ne
düşündükleri konusunda bir fikir sahibi olabileceksinizdir. Ama yapılmaz, ev aletlerinin
minyatürleri, evcilik oyuncakları size,
arabalar ise erkeğe... Kızların arabası erkeklerin bebekleri olamaz asla.
Ortaokul lise derken çizgiyi
zorlayarak kapağı üniversiteye attıysanız ne ala. Çünkü “kızlar okuyup ta ne olacak” zihniyeti ile
yozlaşmış toplumda okumak başlı başına bir savaştır adeta. Okulu bitirince
kendinizi kanıtlamak, iş hayatında bir yer edinebilmek ise işin en zor
kısmıdır. Erkeklerin hakim olduğu iş hayatında başarılı olmak, olduğunuz yeri
koruyabilmek ayrı bir çaba ister. Bu arada ister okumuş olun ister okumamış
belli başlı işleri bilmek zorundasınız. Yemek yapmak, dantel işlemek, ütü,
çamaşır, bulaşık… Aklınıza gelebilecek her tür ev işi evlendiğinizde üzerinize
yıkılacağı için bunları bilmek zorunluluğunuz vardır. Çok küçük yaşlarda
oyuncak adı altında alınan minyatür ev gereçleri sayesinde bu işlere
aşinasınızdır aslında. Görev bilinciniz 3-4 yaşından itibaren anne babalarınız
tarafından itina ile aşılanmıştır size.
İş hayatınız yoksa ise erken
yaşlarda evlenmek zorunda bırakılabilirsiniz. Yoksa toplumca kız kurusu diye adlandırılmaktan, dedikodulara
malzeme olmaktan ve acınan bakışlardan kurtuluşunuz olmaz. Büyük şehirde kadın
olmak demek, her zaman bakımlı ve çekici
olmak demektir aynı zamanda. Kremler, parfümler, güzellik ürünleri, diyet
reçeteleri hangi yaşta olursa olsun bunlar kadınlığın vazgeçilmezi olurlar.
Kırsal kesimlerde durum çok farklıdır. Yaşı kaç olursa olsunlar bağ, bahçe işlerine
koşturmak zorundadır kadın. Evine döndüğünde ise çocuklarıyla, ev işleriyle
zamanının tamamını doldurup kendine vakit ayıramamaktadırlar.
Kadınlar için evlilik ev işleri,
çocuk bakmak, çalışmakla sınırlı kalmaz.
Eğer evliyseniz sadece kocanızı
değil onun ailesini de memnun etme zorunluluğunuz vardır. Her iki aileyi de
idare etmek size düşer. Kadınlığın bir vazife olarak görüldüğü toplumda
vazifenizi her ne kadar başarı ile yerine getirseniz de kocanızın geçireceği
yaş bunalımlarında ikinci kadınlarla uğraşmak durumunda da kalabilirsiniz. İhanet
durumlarında toplumun erkeğe karşı tutumu inanılmaz şekilde hoş görülüdür.
Elinin kiridir denir ve namus cinayetleri yüzünden öldürülen onca kadının
aksine erkeğin namussuzluğu erkeklik simgesi gibi yüceltilir bazı kesimlerce.
Derken gelin eş anne üçgenini
tamamladıktan sonra yaşınız kemale ermiştir. Ama onunla da bitmez zaman,
anneanne babaanne gibi sıfatları da isminizin arkasına ekler. Yolu
tamamlarsınız. Eğer huzur ve mutluluk hayatınıza hâkim olabilmiş ise ne mutlu,
yoksa yılların yorgunu beyaz saçlarınızı süpürge yaptım diye yakınmaktan başka
yapacağınız bir şey yoktur.
Roller… Roller… Roller.. İyi
anne, cici kız, üretken kadın, uysal
yönetici, çalışkan ve ucuz işçi. Erkeğe göre memelerinden süt akıtan ve aynı
memeler şehvet ve arzu uyandıran bir bereket tanrıçasıdır kadın.
Uzun lafın kısası kendi içinde
bir savaştır insan hayatı. Bırakın elde silahlarla çarpışmayı, sadece hayatı
olduğu gibi, saçma ve akıl almaz kurallarıyla kabullenmek bile başlı başına
ciddi bir savaştır. Kadınların binlerce yıldır verdiği savaş ise ne tarihe
altın harflerle kazınmış bir meydan muharebesi, ne de topla tüfekle yazılmış
bir destandır. Tüm baskı tarihi ve
şekilleri arasında hiçbir baskı, kadınlara yönelik olanlar kadar etkin, yaygın,
kültürler arası ve uzun süreli olmamıştır. Sistematik bir oyun gibidir kadın
olmak. Hem doğal hem de sinsi olunmalı yoksa sistem sizi yakalar ve deşifre
eder. Kafkaesk bir romanda böcek olmak gibi bir şeydir kadın olmak: Birisinin
anası, bir diğerinin kızı, birinin sevgilisi, ötekinin karısı, berikinin
metresi olmak ve hepsinin bitmek bilmeyen arzularını doyurmaya çalışmak, ama
onları doyururken kendi olamamak. Kendi kurallarından çok sistemin koyduğu
kurallarla oynamak. Bu yüzden beğenmekten çok beğenilmek ister kadın, çünkü toplum
ve sistem tarafından varlığının ve
benliğinin başkaları tarafından onaylanmasına ihtiyaç duyurulmuştur daima.
Başkalarının benliğine mahkûm edilen kadın sonunda patlar. En iyisi onu
patlamayacak kadar kendine güvensiz, mümkünse bir embesil yapmaktır. Bu yüzden erkekler tarafından“Sen
yapamazsın”lar, “Beceremezsin”ler, “Düşünemezsin”ler işlenir kadının beynine.
Çok derinlerinde, belki kadın da
sapık olmak ister. Röntgencilik, teşhircilik veya tecavüz gibi cinsel
sapkınlıkların kadınlarda görülme oranı o kadar azdır ki, bu tip hastalıklara
sadece erkek hastalığı olarak bakılır. Ama neden? Diye sorarsanız doğru dürüst
cevap almanız çok zordur. Belki on yıllar sonra “Tamamen genetik” cevabı
alınacak. Ama o zaman bile genetik evrimle kültürel evrimin arapsaçı gibi
birbirine girmiş olacağını unutmamalıyız.
Bastırılmış
cinselliği, yetenekleri, arzuları, hırsları hatta aklıyla şimdi özgür dünyada
yerini alıyor kadın. Çok geç değil daha Yirminci yüzyılda haklar alınmaya
başlandı; önce politik ve medeni haklar, derken cinsel ve ekonomik haklar. Ama
alınan hiçbir hak binyıllardır kafalara kazınanları değiştirmiyor. Namusunu,
ahlakını, kimliğini, fantezilerini hala sorgulamak zorunda kadın. Türk
toplumsal ve kültürel yapısına genel olarak bakıldığında, tüm reformlara rağmen
erkek egemen yapının hala devam ettiği görülmektedir. Kadınların yaptıkları
işler “özel” yaşam alanında, dolayısıyla toplumun ortak yaşamının dışında görülür.
Günümüzde bile toplumsal faaliyetlerin başında geleneksel cinsiyet rolleri
gelmektedir. Bu yüzdendir ki siyasal ve kültürel süreçlere kadınların katılımı
oldukça azdır.
Türkiye’de
cinsler arasında fırsat eşitsizliği her alanda karşımıza çıkmaktadır. Eğitim
alanında dünyada yaşanan hızlı gelişmelere rağmen, dünyanın pek çok bölgesinde
kadınların eğitimi konusu hala önemli bir sorundur. Kadınların eğitimi Türkiye için
de önemli sorun alanlarından biridir. Türkiye taraf olduğu uluslar arası sözleşmeler
ve çekincesiz kabul ettiği uluslararası belgelerde kadın okuryazarlığını yüzde
100 olarak gerçekleştirme sözünü vermiş ancak henüz bu sözünü tutamamıştır. Ülkemizde
son 10 yıllık sürece bakıldığında kadının eğitim seviyesinde bir artış
gözlenmektedir ve kadınlar daha özgür, modern, güçlü bir şekilde hayata
atılmaya başlamıştır. Bu çok farklı bir savaş artık. Hakları kullanma, kendine
yol çizme, kendi tavrını belirleme, özgür olma, davranışlarını soru süzgecinden
geçirme, var olma yolunda durdurulamaz bir hızla ilerlemektedir kadın.