İncil
Vaiz 3’de şöyle der;
“Her Şeyin Zamanı Var
Her şeyin mevsimi, göklerin altındaki her olayın zamanı vardır.
Her şeyin mevsimi, göklerin altındaki her olayın zamanı vardır.
Doğmanın zamanı var,
ölmenin zamanı var.
Dikmenin
zamanı var, sökmenin zamanı var.
Öldürmenin zamanı var,
şifa vermenin zamanı var.
Yıkmanın
zamanı var, yapmanın zamanı var.
Ağlamanın zamanı var,
gülmenin zamanı var.
Yas
tutmanın zamanı var, oynamanın zamanı var.
Taş atmanın zamanı
var, taş toplamanın zamanı var.
Kucaklaşmanın
zamanı var, kucaklaşmamanın zamanı var.”
Zaman mıdır bizi değiştiren yoksa biz miyiz zamana
şekil veren?
Zaman kavranması en güç şeylerden birisi değil midir? Oldukça
değişken, bir su damlası kadar akışkan, yoğun bir sis kadar durağan ve bazen de
bir yağmur bulutu gibi patladı patlayacak olan…
Beklediğiniz bir
şey varsa geçmek bilmeyen, mutlu ve tasasız yaşadığınızda yanınızdan
koşar
adımlarla geçen. Upuzun, sonsuz bir yoldur zaman ve bizim bu yolda
yürüyebildiğimiz ise sadece birkaç adımdır. Şanslı olanlar -belki de onlara
göre şanssızlık- uzun yaşayanlar birkaç adım daha fazla yürürler bu yolda.
Geçmişin sonsuzluğundan geleceğin sonsuzluğuna uzanır
zaman. Çoğumuza göre bu süre içinde yaşadıklarımız kendi elimizdedir, kendimiz
şekillendiririz bize verilen zamanı, kimimize göre ise her semavi dinde olduğu
gibi kadere teslimiyet vardır. Yaşanan her şey kaderin bir tecellisidir ve
önüne geçilemez. Burada kaderden daha önemli olan şey kaderciliktir. Çünkü kaderci olan kişinin hayatla başa
çıkması daha kolaydır. Onlara göre her şey ta başından itibaren belirlenmiştir ve
belirlenmiş bir hayatı yaşamak düşer onlara. Yaşadıklarından, yaptıklarından
kaderci olmayanlara göre büyük ölçüde sorumluluk duymazlar, kader deyip
geçerler.
Bir tarafta kadere inanan insanlar varken diğer tarafta
kadere inanmayan anlık kararların ve basit tesadüflerin hayatın akışını nasıl
değiştirdiğiyle ilgilenmeyen, günübirlik yaşayan bir sürü insan var. Kimisi tanrıya ve kadere inanıyor ve hayatın akışını
sorgulamıyor, diğerleri ise hiçbir şeye inanmıyor ve hayatın akışında sorgulamaya değecek bir şey
olmadığını düşünmeden yaşıyor; o insanlara göre hayatın akışını düzenleyen
hiçbir şey yok, her an her şey değişebilir ve buna şaşırmamak gerek.Yani bir
taraftan inananlar bir taraftan inançsızlar… Her iki taraf da anlık kararların
ve tesadüflerin hayatlarımız üzerindeki
o muazzam etkisi üzerine düşünmeyi
reddediyor.
Peki ya saylarının çok az olduğunu
düşündüğüm, benim gibi arada kalmış insanlar? Tam olarak neye inandığının
bilincine varmadan bir şeye inanan insanlar?... Kadere inanmakla inanmamak
arasındaki o ince çizgide duranların çoğu işte bu gruptan geliyor ve basit tesedüflerin ve
anlık kararların ne kadar çok şeyi değiştirdiğini düşünen insanlar da bu
gruptan çıkıyor.
Zaman demiştik değil mi?
Kalabalık bir dünya, karmaşa,
katledilen onca insan, yaşanmış ve hala yaşanan onca savaş, yıkılan onca
krallık, elden ele dünyayı dolaşan o kirli paralar, yazılmış ve yazılacak olan
onca kitap, kırılılmış binlerce kalp, mutlulukla şerefe kaldırılan kadehler,
belki bir sahibi bile olmayan mezar taşları, gökyüzüe uzanan ağaçlar, hergün
doğup batan güneş, doğan onca bebek,
gömülmüş veya yakılmış onca beden, acı, hüzün ve gözyaşıdır zaman. Birbirini izleyen
hiçbir dakikası birbirine benzemez. Bizi şaşırtan, kandıran kendine bağlayandır
zaman. Onun değişkenliğinde bazen şaşkınlıkla, bazen kederle, bazen de
mutlulukla dönenir dururuz.
Acınılası bir çabadır bizimkisi,
varolmak için verdiğimiz bir çaba. Zaman önümüzde çatal dilli bir yılan gibi
uzanıp gider ve kimbilir kaç kişi bu acımasız zaman denen yılanın zehriyle ölüp
gitmiştir. Zaman bazen de çıkışı olmayan bir labirenttir. Ve biz çıkış yolunu
hiç bulamayız. Geçmişimizle gitgide uzaklaşan hatıralar, geleceğimizin
belirsizliği ile, bilinçli ya da bilinçsiz zamana sahip çıkmaya çalışırız. Nafile
bir çabadır bizimkisi. Zamanı asla kontrol edemeyiz, yaşadıklarımızı da öyle… İşte
bu noktada kaderciler kaderin insafına bırakır kendini, kadere inanmayanlar ise
önüne çıkan her zorluğu hayatın akışına bırakıp yaşarlar.
Peki ya benim gibiler?
Tam olarak neye inandığının bilincine
varmadan bir şeye inanan insanlar?..
Kadere inanmakla inanmamak arasındaki
o ince çizgide duranlar, basit tesedüflerin ve anlık kararların ne kadar çok
şeyi değiştirdiğini düşünen insanlar?..
Onlar zamana nasıl karşı koyacaklar,
nasıl yaşayacaklar zamanı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder