25 Eylül 2014 Perşembe

AH BU YALNIZLIK!



Gözlerimi açıyorum, her taraf zifiri karanlık.
Eminim bu bir kâbus değil, çünkü kâbus bile bu kadar karanlık olamaz.
Kaç saattir burada, bu şekilde yattığımı bilemiyorum. Bir an belimin kopmuş olduğu hissine kapılıyorum, belden aşağı yanım yok olmuş sanki. Kıpırdamaya çalışıyorum ama mümkün değil, öylesine acı çekiyorum ki kıpırtısız bir şekilde karanlığa dikiyorum gözlerimi. Ürkütüyor beni karanlık.

Bir an çocukluğum geliyor aklıma. Çok korkardım o zaman karanlıktan. Özellikle de yağmurlu günlerde şimşek çakarken. Annemin yanına gidip korkularımı dile getirmek, beni sakinleştirmesini istemek arzusu duyardım ama hiçbir zaman yapamazdım. Çünkü annem çocukça korkulara anlayış gösterecek duyarlılıkta bir kadın değildi. O yaşlarda öğrenmiştim yalnızlığı, korkularımla yalnız başa çıkmayı. Korkularımla başa çıkmanın kendimce bir yolunu bulup perdeyi aralayarak her şimşek çakışta etrafın nasıl da aydınlandığını görmeyi  eğlenceli bir oyun hale getirmiştim kendimce. Zamanla bu oyun hoşuma da gitmeye başlamıştı. Her tarafın bir anda aydınlanması müthiş bir haz veriyordu. Şimşeğin çıkardığı o korkunç sesi ise Allah’ın insanlara kükremesi, varlığını bu şekilde fark ettirmek istemesi olarak düşünüyordum. Ben daha çocuktum, Allah’ı kızdıracak bir şeyler yapmış olamazdım. Komşuların bahçesinden erik çalmak ve annemin bazı sözlerini dinlemeyip yaptığım yaramazlıklar dışında günahım yoktu. Allah bunun için bana kızmış, kükremiş olamazdı elbette. O yüzden bu kükremeyi kendi üstüme alınmayıp korkularımı böylece yenmiştim. Hatta bazı yağmurlu gecelerde şimşek çakarken saklıca dışarı çıkıp o müthiş anı izlediğim bile oluyordu.

O zamandan bu geceye kadar ilk kez karanlıktan korkmuştum. Duyduğum bu korkuya anlam veremiyordum. Bir kâbus görerek mi uyandım, onun mu etkisiyle böyle korkuyorum diye düşündüm ama ne bir rüya ne de kâbus görmüştüm. Sadece belimdeki acı ile uyanmıştım. Baktığım karanlık büyüdükçe büyüyor beni içine çekiyordu. Böyle korkular duyan kadınların kolunu uzatıp yanındaki adamı uyandırması, onun ışığı yakarak ve sarılıp sakinleştirerek korkularını gidermesini belki de ilk kez kıskandım. Gurur duyduğum yalnızlığım bu gece canımı acıtmaya başladı. Ah, keşke kalkıp ışığı yakacak biri olsaydı yanımda!


Sonra yan odada yatan kızım geldi aklıma, ona seslenmek istedim ama çenem kilitlenmiş gibi.  Bana ait olmadığına yemin edebileceğim hırıltıdan başka ses çıkaramadım ağzımdan. Bir anda ayakucumda şarjda takılı telefonumu anımsadım. Belki kendimi zorlayabilirsem ona ulaşabilir, kızımı arayarak uyandırabilirim diye düşündüm. Belimdeki acı dayanılmaz bir hal alıyordu kıpırdamaya çalıştıkça. Bütün gücümü toplayarak, çektiğim acıyı duyumsamamak için başka şeyler düşünerek, yatakta sürünerek telefonuma ulaştım. Tam kızımın numarasını çevirecekken, ona bunu yapmaya hakkım olmadığını düşündüm. Yan odada yatan annesinin telefonla aramasının ardında ciddi bir sorun olacağını düşünüp korkacak, hem sabah işe gidecek, uykusu bölünsün, uykusuz kalmasın istedim. Rehberime baktım konuşacak, korkumu bana unutturacak bir isim aradım ama kimseyi arayamadım. Kimseyi o kadar yakın görmedim kendime. Telefonun el feneri olduğunu hatırlayıp onu açarak karanlığı bir nebze de olsa aydınlattım Korkum biraz da  olsa azaldı. Belimdeki acı hala dayanılmaz. Bu acıyla sabahı edemeyeceğimi biliyorum. Var gücümle kendimi zorlayarak, sürüne sürüne kalktım yataktan. Duvardan tutunarak önce ışığı açtım ve sonra el feneri yardımı ile salona gidip oranın ışığını açtım. İlaçlarıma ulaşınca zafer kazanmışçasına mutlu oldum. Ağrı kesici, kas gevşetici ilacımı ve belime sürmem gereken jeli alıp gene duvara tutuna tutuna mutfağa gidip su alarak ilaçlarımı içtim. Jeli de sürdükten sonra tekrar odama döndüm. Bu sefer ışığı kapatmadan yatağıma girip ve uzun süren düşüncelerin ardından uykuya daldım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder