18 Eylül 2016 Pazar

Aşk ne midir?

Aşk, damlatan musluktaki ha düştü ha düşecek bir su damlasının eğreti duruşu, anlık oluşu gibi bir şeydir. 
Bir göz açıp kapama anında elinizden akıp gider. Ve siz öylece, çaresizce bakıp kalırsınız ardından.

Ten midir ruhu şekillendiren, ruh mudur teni yönlendiren?

Erotik çağrıların en içten tenorudur ten. Binlerce yıldır özgürlüğün diliyle konuşur. Her bakışta, her dokunuşta, her yatakta kendini yeniler. Köleliğe başkaldırır tecavüze uğramadığı sürece. Satılmadığı ve satın alınmadığı sürece bedeli yoktur. Anıların ve anların en büyük yaratıcısıdır ten. Sahipsizliğin sahibidir ten, bizi kendiyle sarıp kuşatan…

Daha bilinmeyen kaç tane hazla buluşacağı belli olmayan ten, belki de ruhun aleti olan masum bir suçludur aslında.


Ten midir ruhu şekillendiren, ruh mudur teni yönlendiren?


13 Eylül 2016 Salı

Hiç kimse miyim, bilmem ki neyim

Borges, Shakespeare'in kendi içinde aslında hiç kimse olmadığından bahseder. Oyunculuk kariyerinin başlamasının ardında yatan tek neden ise diğer insanların "hiç kimse" olduğunu anlamasınlar diye "başka birisiymiş gibi yapma" alışkanlığını geliştirmesidir, ona göre. Oyunculuk, kaderin Shakespeare için hazırladığı meslektir..."Sahnedekinin başka birisi olduğuna inanırmış gibi yapan bir insan topluluğunun önünde o başka birisiymiş gibi yapan oyuncu'nun mesleğini " Borges, Shakespeare'in oyun yazmaya başlamasını da bu lanetten kurtulmaya çalışmasına bağlıyor. Yeni karakterler yaratarak, değişik kişiliklere bürünüyor ve "gerçekliğin bütün yüzlerini" tüketiyordu
Oyuncu olan, hiç kimse olduğunu saklayan, her gün türlü oyunlar oynayan sadece Shakespeare midir? Her gün, her insan isteyerek ya da istemeyerek türlü oyunların bir parçası olmuyor mu? Patronlarımıza yaranmak, ebeveynlerimizi memnun etmek, arkadaşlarımızla uyum sağlamak, akrabalarımıza, komşularımıza aykırı düşmemek için ufak oyunlar oynamak zorunda kalmıyor muyuz? Ya da bazen kendimizden kaçmak, kendimizi kandırmak, olmak isteyip de olamadığımız insan olabilmek için rol yapmıyor muyuz?

25 Temmuz 2016 Pazartesi

Büyüyünce Ben Anne Olacağım



                               Ceyda’ya

Ben bir zamanlar çocuk olmadım Ceyda
Bebeklerim de olmadı saçlarını tarayacak
Üstelik taranacak saçlarım yoktu
Onlar da çocukluğum gibi darmadağın ve kısacıktı
Öyle uygun görmüştü babam
Oğlan tıraşıyla dolaştım yıllarca
 Erkek Fatma derlerdi bu yüzden
Gülerek geçiştirirdim arkadaşlarımın bu şakalarını
Ben gülerek geçiştirmeyi her acıyı
İlk o yaşlarda öğrendim

Belki  saçlarım uzun olsa bunca şey gelmezdi başıma
Annem, kızım diye kucağına alır,
Saçlarımı tarar, okşar severdi beni
Severdi, değil mi Ceyda
Uçsuz bucaksız yulaf tarlalarına atmazdım o zaman kendimi
Anne diye sarılıp ağlamazdım otlara, canım her yandığında
Mutsuzluğumu koynunda büyütmez
Bu yaşta bile, anne denilince
O yeşil saçlı üvey anne gelmezdi aklıma

Ceyda’m sen benim çocukluğum, yazgımın tesellisisin
Bebeklerinin saçlarını tarayıp onlara ninniler söyledim seni uyuturken
İlk seninle gittim lunaparka, doya doya ip atladım
Koştum sokaklarda deli gibi, top oynadım
Sen büyürken ben çocuklaştım
Bu yüzden iyi anne olamadım
Ama saçlarını daima uzattım
Taradım, ördüm, okşadım, sevdim
Ben seni çok sevdim Ceyda
Bir yulaf tarlasını kendine anne yapmayasın diye
Ben her acıya göğüs gerdim

Bir krematoryum vardı içimde
Gözyaşlarımı odunum yaptım
Anne diye sarıldıkça siz bana
Tuttum o ateşte size patates kızarttım
Ben yaşadığım her gün yandım Ceyda
Dokununca siz bana bir musikar gibi yeniden canlandım
Kulağınıza sevgi dolu şarkılar fısıldadım
Mutlu anneler gibi şişleri elime alıp örgüler örmeye başladım
Bir ters bir düz ilmekler attım, bir ters bir düz gitti hayat
Düşüp düşüp yeniden kalktım

Ben hiç çocuk olamadım Ceyda, ama
Büyüyünce ne olacaksın diyenleri
“Anne olacağım” diye cevapladım
Büyüdükçe siz günden güne
Ben hep bir çocuk olarak kursağımda kaldım
Yutkundum gitmedim
Kustum çıkmadım
Yumru gibi oturdum kendi boğazıma
Ses tellerimde taşıdım o çocuğu yıllarca
İşte bu yüzden çok kırılgandım
İnsan kendine batar mı Ceyda?
Ben kendime saplanan bir bıçaktım
İnsan kendini ölmeye adar mı?
Ben dünyaya ölmesi için gönderilmiş bir adaktım

Affet beni çocuğum, affet beni çocukluğum
Ben yaşamayı başaramadım
İçimdeki o krematoryumda sizi de kendimle yaktım

Şimdi size çok uzaklardan sesleniyorum;
Sarılın bana, sesinizle, kalbinizle sarılın
Canlandırın içimdeki o dev kuşu, o musikarı
Yaşamak istiyorum sizinle, susmasın hayat denen bu şarkı
Söz veriyorum yaşadıkça büyüyeceğim
Söz veriyorum, büyüyünce ben anne olacağım


                                                               24.07.2016

21 Temmuz 2016 Perşembe

Tanrı ile Konuş/ma



yoksa ben kırk yıldır tutulan bir sevgisizlik orucu muyum
söylesene Tanrım, ben hangi günahın sonucuyum
gülse bir gün yüzüm, kefaretim kaç yıl mutsuzluk eder 
işine karışmak gibi olmasın Tanrım 
dersimi aldım, bu kadar acı yeter

kahrımdan ölmedim çok şükür
ama çağırdım Azrail’i bir kaç defa
sayısız gidiş gelişlerimde gördüm Tanrı’yı 
ve şöyle teşekkür ettim ona;
bize verdiğin intihar yetisi için hamd olsun sana
hişt, çaktırmayın, belki de Tanrı
bu iyi halden artık beni sever

herkesin acısı kendine büyükmüş
ve her acı sahibini kahraman yaparmış kendi gözünde
sen acıdan ölsen de kime ne!
Tanrım, bu kadar işte, duyarsızlaştık acıya 
sahipsiz bırakma bizi, arada bir bak aşağıya

anlaşılmak istiyorum Tanrım ve sevilmek senin tarafından
bu yüzden küçükken oyunlarımda çok insan öldürmüştüm
sen görmüştün ve bana çok gülmüştün
senin güldüğünü bir tek o zaman görmüştüm
Tanrım, üfle ruhundan o insanlar dirilsin
Tanrım söyle Tanrı’na seni bir daha güldürsün

17 Temmuz 2016 Pazar

Sizi Beklerken

siz gelin
üstü başı büsbütün hayal,
yorgun ve yoksul bir kızın hüzünlerini getirin bana
sustuğuma bakmayın
çünkü konuşulanlardan bana ne diyor içimdeki biri
ancak yabancı bir evin duvarındaki saatin
kadranında duyulabilir sesim
boşuna heveslenmeyin
saat kadranında olmakla zamanı yakalamak mümkün değil
çünkü duvar saati çoktan öldürmüş kendini

sakın üstünüze gelmesin ayrıntılar
şeytan ayrıntılarda gizlidir dese de birileri
hayır! Aynalarda gizlidir Şeytan
bu yüzden sıkılgandır bir yanım
bir yanım aynalara dönemez yüzünü


geri dönmüyor savrulan çığlık
ve katilini ele vermiyor hiçbir kadın
bir düşüncenin açmamış çiçekleriydi ömrümüz
vakitsiz soldurulan avuçlarımızda
düğümlendi gırtlağımdaki hece ve ezbere okundu şiir
şimdi cenaze törenlerinin ne önemi var
yitip gitti hepsi bir daha gelmemek üzere
gözümün yaşıyla onların üstünü ben örttüm
sessiz ve derinden “git” demişti biri “git ve kalan ömrünü yaşa”
bir denizaltı gibi torpidolarımı boşalttım o gün, o son mezarda
kim bilir kaçıncı kez elimden oyuncaklarımı alacaktı bu şehir


eskimeyi seçmiş bir kadın var karşınızda
elleri birbirine dolaşır hesap sorsanız; söz biter
müzik susar birdenbire ölüm yeniden tanımlanır
ne anlatabilirdim ki size ölümden başka/siz ne anlardınız
arkandan ağıt yakacak yok diyor içimdeki ses
oysa herkes biliyor hayat iki dudağımın arasında
ah, konuşmama izin verselerdi eğer
nasıl da kusar çıkarırdım yaşamı şişmiş karnımdan

ben yine bir hata yaptım- ama nerede
çoktan eskimiş bir masalı size yeniden anlatmış olabilirim
belleğimdeki habis bir resmin ayrıntısız gölgesinde
tanıdık yüzler arayabilirim
ismini alnıma yazdığım bir yüzü sırtımda taşıyabilirim yıllarca
aykırı düşler kurabilirim uykusuz geceler geçirdiğim yatakta
gece karanlık ki her zamankinden daha karanlık anımsananlar
siz gelin, mutlu bir çocuk sevinciyle uyanabilirim tüm kâbuslardan

siz gelin, serinkanlı sözler verebilirim size
bundan sonra her şey mümkün

15 Temmuz 2016 Cuma

Kırkıncı Yaş

yirmi sene önce çıkan yirmilik dişim
neredeyse döküldü dökülecek avuçlarıma
ah, ne kadar da geç kaldım
yaşama ve aşka

14 Temmuz 2016 Perşembe

Toprak ve Çocuk





Çocukken hiç oyuncağım yoktu ama 
Sihirli bir değneğim vardı
Eşelerdim toprağı onunla her fırsatta
Evler çizerdim, çocuğu, annesi ve babası olan evler
Koşarak gidilirdi çizdiğim evlere 
Oysa ben eve hiç gitmek istemezdim

Çocuk olmak büyülü bir şeydi
İstediğim her şeye sahip olurdum anında
Çizerdim silerdim, yapar bozardım
Topraktan gelip, toprağa gideceğimizi bilmeden
Ben her gün ona koşardım

Olmayan misafirlerime topraktan fincanlarımla kahveler yapardım
Yemekler hazırlar, otlardan salata koyardım önlerine
Yatıya kalmaya ikna ederdim her geleni
Uyuyunca misafirler, birinin koynuna girip yatardım
Çünkü ben yalnızlıktan ve karanlıktan çok korkardım

Çocuk olmak güzeldi
Bir soğan almam için gönderirdi annem komşuya
Öğretmenim çıkarma işleminde bir onluk için
Hiç eli boş dönmezdim
O yüzden toprak evlerime hep komşularımızı davet ederdim

Annem sevgi dilinden ninniler söylemezdi
Babamın şefkatten yoksun eli gezmezdi başımızda
Elsiz babalar yapar
Dilsiz anneler çizerdim çamurdan çocuklarıma
Çocuktum, gene de inandırırdım kendimi
mutlu bir aile olduğumuza



Bir gün toprak gerçeği fısıldadı kulağıma
O gün öksüz kaldım

12 Temmuz 2016 Salı

Tadı Kaçan Şiir


içinden kuşlar geçen bir şiir yazmak istedim
gökyüzünü taradı ucu kanlı namlular
çiçekler henüz dalında taptazeyken
tomurcuğa duran düşler kurmak istedim
hepsini kökünden söküp attılar

çocukluğumdan bahsetmek istedim
çiçekli entarisi ve yemenisinden annemin
yüzündeki morluk dışında başka renk bilmeyişinden
saklandı tüm sözcükler
tadı kaçtı şiirimin


ıslak bir mutfak bezi, kokuşmuş hayat
yatırdım onu arı düşlerime kırk yıl
kırkladım, kırk tas suyla
gene de paklanmadımm

bıraktım sonunda dünya meşgalesine kendimi

evi temizle yemek yap çocuklara bak
evi temizle, yemek yap, çocuklara bak
evi temizle, yemek yap çocuklara, bak!


yirmi dört parça huzur takımı olsa, elbette alacaktım
ben de, fiskos masasının üstüne mutluluğu koyacaktım
beş çaylarında kesme bardaklarda neşeyi şakırdatacaktım
başarabilseydim hayatla sevişmeyi
ıslak saçlarımı komşulara nispet yaparak savuracaktım



ütüleyecektim yüzümdeki her kırışığı
çizikler arasında sıkışıp kalmayacaktım


tüm bunları yazmasam şiirimin tadı kaçmayacak
size kuşlar ve çiçekler sunacaktım
kopmayacaktı size sözcüklerden attığım kement
bu şiir gibi yarım kalmayacaktım

11 Temmuz 2016 Pazartesi

Nilgün Marmara'ya


ertelenmiş bir intiharım ben
her şey güzel olacak yalanına inanan
ve kendime saplamak için tuttuğum
paslı bir bıçaktır yaşam
nefes aldıkça kanatan
aşkları orgazmlarından kısa süren insanlar!
neden tutuyorsunuz beni?
bırakın düşeyim kendimi dünyanın nüfusundan
kirli hesaplarından
ve kirli ellerinden tanrının
taşınmaz bir hal ekidir yaşam
sürükleyerek ardımdan götürdüğüm
durup durup eksilttiğim
dürüp büktüğüm
bir hesap defteridir ömrüm
zengin bir kaynak gibi akar
hevesim kursağımdan içeri
bırakın onlara gömüleyim
gözlerim ölü kuşlar cehennemi
büyüyen bir ölüm var karnımda
hevesle beklediğim
suyum geldi, kurudu yaşam
bırakın bir avazda öleyim
Fatoş Kara

Mutlu Bir güne Dair

      Mutlu uyuyup, mutlu uyanacak kadar şanslıyım bugünlerde. Dakika farkıyla kaçırdığım otobüse, son sigaramın istenmesine, vitrinde görüp beğendiğim elbisenin istediğim bedeninin tükenmesine, yeni sürdüğüm ojeli tırnağımın bir yere değmesine, uykumun en güzel yerinde alarmın çalmasına gülüp geçecek kadar da neşeliyim üstelik. 
       Söz dilime değmeden, yaş gözüme düşmeden bilip beni anlayacak, sevgisiyle sarıp sarmalayacak birine sahibim çünkü. sebepsiz yere gülecek, dilimden aşk şarkılarını düşürmeyecek, yaşadığıma şükredecek kadar mutluyum ben bugünlerde.

10 Temmuz 2016 Pazar

Acıya Uyanmak



Gene aynı saatte uyandım, hiç şaşmıyor, kurduğum saatin çalmasından on dakika önce uyanıyorum hep.  Saatin çalışıyla sen de uyanacaksın ve ben, senden önce uyanamayıp seni izleme fırsatından mahrum kalacağım, düşüncesiyle saatin çalmasından önce uyanmak bilinçaltıma yerleşmiş, istesem de daha geç uyanamıyorum. Hatırlıyorum, çok hasta olduğum zamanlarda da bu hiç değişmedi. 

Uyanıp önce seni izliyor, sonra usulca yataktan çıkıyor kahvaltıyı hazırlıyorum. Sessiz olmaya özen gösteriyorum, mutfaktan gelen seslerle değil, benim öpüşlerimle uyanmalısın. En sevdiklerin;  kızarmış ekmek ve omlet,  masanın başköşesinde… Evet, her şey tamam olduğuna göre seni uyandırabilirim.
 Parmak uçlarıma basa-basa geliyorum yanına, yanağına kondurduğum bir öpücükle gözlerini açıyorsun. Allah’ım! “Bu gözleri görmeden yaşayamam” diyorum, sen bana gülümserken. Neşe içinde kahvaltımızı ediyoruz, sonra birlikte evden çıkıyor, aynı otobüse biniyoruz iş yerlerimize gitmek için. Sonra… Sonra, acı bir siren sesi!  Günlerce yoğun bakımda yatışım ve hastaneden taburcu olana kadar ölümünü bilmeyişim! 

Beş yıl geçti aradan… Gene aynı saatte uyanıyorum, ama bu kez mutlulukla değil, kaza anındaki acı siren seslerini duyarak. Önce yatağımdan kalkıp protez bacağımı takıyorum, sonra kahvaltıyı hazırlıyorum; Omlet ve kızarmış ekmek… Öylece duruyor masada, sen yoksun, elimi hiçbir şeye sürmüyorum.

9 Temmuz 2016 Cumartesi

Ben bir Kere Ölmüştüm

Ben bir kere ölmüştüm. Kederden örülmüş duvarların yıkıntıları altına gömülmüştüm. O gün bu gündür aranızda yaşıyor taklidi yaparak gezindim, siz bilmediniz. Bilmediniz acının kıymık kıymık yüreğime nasıl batıp kanattığını, gözlerimden kanlı yaşlar aktığını. Ayaküstü sohbetlerle, sahte tebessümlerle ve yapay nasılsın sözleriyle geçiştirdiniz bana olan ilginizi. Sevginiz de, ilginiz de sizin kadar sahteydi, çünkü ölü olduğumu hiç görmediniz.
Ben bir kere ölmüştüm. Göz çukurlarımdaki bir mezara gömülmüştüm. Hayallerimi, umutlarımı çocukluğumdan kalma bir uçurtmanın kuyruğuna bağlayıp çok uzaklara sürmüştüm. Bitmeyen acılarım için geçmeyen geceler boyunca ben tek başıma üzülmüştüm. Acı dolu çığlıklarımı duymayınca siz, aranızda yaşıyor taklidi yaparak gezinmekten vazgeçip tekrar kendimi öldürmüştüm.
Ben, sahte sevgileri, iki yüzlü dostlukları, yalanı görüp yaşadıkça, tekrar tekrar ölmüştüm. Kaç tabut taşıdım omuzlarımda, kaç ben’in mezarı var yüreğimde bilemezsiniz.
Bilmeyin hiç!
Nasıl öldüğümü de, nasıl yeniden dirildiğimi de hiç bilmeyin siz…

28 Haziran 2016 Salı

İki Yüzlü Tanrı ve Çok Yüzlü Kulları Üzerine



Maske takmak gizlenmek için yüzü, kimliği, ifadeyi ya da ifade edilemeyeni diğerlerinden saklamak için kullandığımız davranış biçimidir. Gizlenmek çoğu zaman vahşî doğada akıllıca bir davranıştır. Canlının yaşamını uzatır, onu av olmaktan korur ama insan doğasında değişik görünüş kazanabilmek için maske takıp gizlenmek, apayrı bir konu ve önemli bir kaygı kaynağı olmanın yanı sıra kişiyi avcı konumuna düşürür.

Hepimiz hayat boyu en az bir kez olsun toplum içinde ortama uygun bir maske takmak zorunda kalmışızdır. Yetiştirilme biçimimizden kaynaklanan, büyüklerimiz tarafından öğrendiğimiz, kabul edilme ihtiyacımızı karşıladığını düşündüğümüz maskelere zaman zaman ihtiyaç duymuşuzdur. Çocukluktan başlayan kendi olamama durumu, büyüklerin onayını alma kaygısı ile ilk masum maskelerimizi çocuk yaşlarda takınmaya başlayarak, bunu hayatımızın çeşitli kesitlerinde sık sık uygulamışızdır. Bunun yanı sıra bir pazar yerini andıracak kadar çeşitliliğe sahip, her ihtiyaca uygun, her türden, her an alıcısı olan bu maskelerden kullanan da dâhil herkes şikâyetçidir.

Dünyada her şey akıl almaz hızla değişirken, her türlü durağanlığı tamamen dışlamış durumdayız. Aynaya baktığımızda aynı kişiyi görmeye, hatta kendi yüzümüzdeki ifadeyle ikinci kez karşılaşmaya bile tahammül edemeyiz çoğumuz. Durum böyle olunca, yüzlerimizdeki değişim hızı da farklı boyutlarda sürüyor ve değişik maskeler edinmek zorunda kalıyoruz.

Oysa kendi olamamak, gerçek kendini gösterememek, maskelerin arkasına saklanarak yaşamak zorunda kalmak çok meşakkatli bir iştir. Kişiyi mutsuz eder, içinde sürekli bir huzursuzluk hali ile ne istediğini, kim olduğunu bilmeyecek duruma getirir. Kişi maske takarak farkına varmadan kendine yaptığı bu kötülüğün yanı sıra bir de çevresi tarafından dışlanır, yalnızlaşır.

Buna rağmen hayatı boyunca maskelerle dolaşan insanlar vardır, bunca şeyin üstesinden gelerek o maskeleri hala çıkarmayışları takdire şayan bir davranıştır doğrusu.

İnsanlardaki bu iki- belki de bir kaç- yüzlülüğü sorgularken,  asıl sorulması gereken soru şu olabilir:
 Belki de aynı şeyleri görmekten sıkıldığı için binlerce kez evreni değiştiren yaratıcı, kendini de değiştirmiş midir? Yani Tanrı, o eski bildik, tanıdık Tanrı mıdır hala?

Onun da bizler gibi, kendini herkese farklı gösterdiği maskeleri var mıdır acaba?

27 Haziran 2016 Pazartesi

İçmek ya da İçmemek

"Küllük bulunmayan bir eve girdiğimde huzursuzluk duyar ve korkarım" der Lin Yutang, "Oda düzenli ve çok temizdir, örtüler yerlerinde, insanlar doğru ve duygusuz olmaya çalışırlar. Ve ben hemen en iyi davranışlarımı takınırım. Yani en rahatsızlık verenlerini..."
Maggin ise "puro içen hiç kimse intihar etmedi" der. Pipo içen birisinin de karısıyla kavga ettiği görülmemiştir. Çok basitir nedeni: ağzında pipoyu tutmaya çalışırken, bir diğerinden daha yüksek sesle bağırıp çağırmak olası değildir ki!

Uyku tutmayan bir sonbahar gecesi dışarıda sağanak yağmur yağarken, çıtır çıtır yanan sobanızın başında, kediniz kucağınızda geçmişi yâd ederken sadece bir sigara eşlik edebilir o anınıza. Ya da sıcak bir yaz gecesinde, bir deniz kenarında, ılık esen rüzgar yüzünüzü yalayıp geçerken, anılar da kalbinizi şöyle bir yoklar. Bir tane, bir tane daha ve bir tane daha...Sırdaşınızdır sigara, en özel anlarınızı paylaştığınız arkadaşınız. Yalnız kalmak istediğiniz zamanlarda bile yalnız bırakmasını istemediğiniz yegane dost.

Sigara içmeyenler içenlerin sigaradan aldığı tinsel etkileri bilip takdir edemezler ve sigara içenlere ikinci sınıf insan muamelesi yaparlar. Onlara göre sigara içmek karakter zafiyetinin bir belirtisidir ve melankolinin başlıca tanılarından biridir. Kendilerinin daha güçlü iradeli, daha üstün ahlaklı olduğunu ve övünecek bir şeyleri olduğunu düşünürlerken insanlığın en büyük zevklerinden birisini kaçırdıklarını hiç fark etmezler. Oysa sigara içmek, dünyanın olanca acımasızlığı, hayatın çekilmez yükü ve yaşadığınız kötülüklerin tümünü son nefesimizi çektiğimiz sigaranın izmaritini küllüğümüzde ezerek söndürdürürken yok etmeye çalışmaktır bir bakıma

25 Haziran 2016 Cumartesi

Yalnızlık ve Gece

Gecenin en karanlık anında yağmurda ıslanmış bir sokak köpeği gibi yapayalnızken, yüzeysel bir ‘nasılsın’ sözüyle başlayan konuşmalar ne kadar da zavallı bir yalnızlık içinde olduğumuzu bir kez daha hatırlatır bize. Bir önceki günün bugünden farkını kim ayırabilir ki? Hep aynı hüzünlü şarkılar, ezberlediğimiz aşk şiirleri, belleğimizde silinmeye yüz tutmuş mutlu günlerin fotoğrafları… Uyku ilaçlarıyla uyuma çabaları, bazen onlara rağmen uyuyamama sıkıntıları kara bir büyü gibi çöreklenir üstümüze. Göğüs kafesine hapsolmuş yürek çırpınmaktan yorgun düşer.
Tekrar, tekrar ve tekrar aynı sarmal.
Birine anlatılsa? Konuşulsa biriyle? Açıklansa her şeyiyle?
Mümkün müdür kelimelerin sesine hapsolmuş olanı anlatmak?
Neyi, nereye kadar anlatabilir insan? Neyi, ne kadar anlayabilir insan?
Susmak gerekmez mi böyle zamanlarda? Susmanın erdemine sığınmak en büyük sığınağımız olmaz mı?
Gittikçe mahzunlaşıp içine çekilen gözlerdeki kederin nedeni kime nasıl anlatılabilir ki?
Belki de en iyisi susmak.
Susmak ve sessiz kalınan her anda bir yolun daha kapanmasına seyirci kalmak, bir köprünün daha yakılmasına göz yummak ve bütün gemileri ateşe vermek….

23 Haziran 2016 Perşembe

Melankolik Yazılar I

İnsan ona, insan buna, insan herkese ama insan en çokta kendine kızmıyor mu bazı noktalarda?
Bazı noktalarda en büyük kötülüğü biz kendimize yapmıyor muyuz?
Abartılan sevgiler, hak edilmeyen değerler, fazla önemsemeler, hiçbir şeyi boş verememeler.
Hayat içimizden, insanlar hayatımızın içinden geçip gidiyor. İçimizden ne mevsimler, ne kurak kışlar, ne serin yazlar, ne acayip hevesler geçiyor. Ani tökezlemeler, ani düşüşler, ani dibe çöküşler yaşıyoruz. Dizlerimiz, dilimiz, elimiz, ama en çok da gururumuz kanıyor. Tahammülümüz en ince yerinden kırılıyor.
Yaşayarak kaç kez deneyimlesek de bunları, kendimizi koruyamıyoruz. Çünkü her seferinde aynı tuzağa itiyoruz kendimizi. Bu yüzden en çok kendimize kızıyoruz.
Bazen yorgun bir fil, bazen bacağı kırılmış bir köpek, bazen ıslak ve yılgın bir kedi gibi hissediyoruz kendimizi.
Çünkü hayattan çok, çünkü insanlardan çok, çünkü en çok da aşk yoruyor seveni.
Gözün takılıyor baş ucunda yuva kuran örümceğe bazen, bakıyorsun o bile senden daha mutludur, çünkü eşini yemiştir, çünkü hayvanlar boyun eğmez insanlar gibi. Bu yüzden hayvanlar daha mutludur. Biz ise kendine vuran, dişe geçen o yumruğu severiz. Bizim üstümüzde denense de, gördüğümüz bu güce bağımlıyız..
Bazen her şeyin farkına varıyorum ben, bazen hiçbir şeyin farkında olamıyorum. Bazen geliyorlar bana ekseriyetle, ben ekseriyetle bir yerden dönüyor oluyorum. Kıyısından bir ayrılığın, ucundan bir uçurumun, üzüntünün orta yerinden, öfkenin zirvesinden...
İşte gene döndüm ben bir yerlerden. işte gene yorgunum, gene olmaması gereken ama olmuş bir şeyin yorgunuyum. Yapmayı hiç istemediğim işler, konuşmak istemediğim konular birikti iyice. Ama mevsim yaz, hava sıcak. Terle birlikte insanın yüzüne yapışan hüzün, çıkmıyor ki silmekle. 

.Ben bugün böyle, anlaşılması zor, saçma ama gerçek, komik ama acıklı şeyler düşündüm, genelde ben hep lüzumsuz şeyler düşünürüm.
Ben bir peri kızı olup dünyaya iyilik dağıtmak isterdim küçükken ama sıradışı sayılamayacak kadar sıradan bir insan oldum büyüyünce ve kafamın içinde beni tepeden dibe itekleyen melankolim yüzünden yazıyorum.
Biliyorum hiçbir işe yaramadığını ama yazıyorum.
Depresyonla yaşamak zor, belki de bu zorluğun üstesinden yazarak geldiğimi sanıyorum.
Belki de ben yok’um, yazarak var olmaya çalışıyorum.

22 Haziran 2016 Çarşamba

Zaman ve Kadın

Bir zamanlar size çok uzak gibi görünse de, o zamanın geldiğini, gençliğinizde olmayı düşlediğiniz o kadın olmaya başladığınızı görüyorsunuz. Unutuyorsunuz unutulması gereken birçok şeyi yoluyla yordamıyla. Geçmişinize dair ne gurur, ne de hoşnutsuzluk duyuyorsunuz. Acıyan yerlerinizin olup olmadığını anlamak için daldırıyorsunuz elinizi içinize. Bazı sızılar hala varsa da, geçmişin ağırlığını atmış, hafiflemiş hissediyorsunuz kendinizi. Verdiğiniz mücadelelerden zaferle çıkmamış olsanız da, vuruşmuşsunuz gücünüz yettiğince, yenilgi değil de yorgunluk üzerinizdeki, anlıyorsunuz.

Biliyorsunuz, her kadın yorulur zaman ilerledikçe. Durulur, dinginleşir duyguları, eski gözü karalığı kalmaz. Söner heyecanları, yabancı birine baktığı gibi bakar aynadan eski kendine. Hayatının sağlamasını yapar. Çözer kadınlık sırlarını, gözyaşlarını ardında bırakır, sevilmeye fazla gereksinim duymadan, sadece sevmekle yetinebilir. Zamanınızın geldiğini görüyorsunuz siz de. Bir zamanlar olmayı düşlediğiniz kadın olmaya başladığınızı görüyorsunuz. Bu modelin size uyup uymadığına aldırış etmeden alışıyorsunuz bu yeni Siz’e. Olgunluğu nitelendiren bütün iyi niyetli davranış ve sözcükleri yerleştiriyorsunuz hayatınızın içine. Tekdüze, oldukça derli toplu, dikkatli, olabilirlikler karşısında fazla hoşgörülü yeni bir hayata adım atıyorsunuz. Dudağınızın bir kenarında ince bir tebessüm, diğer tarafında ağlamamak için kendinizi tutmanızdan kaynaklanan hafif bir titreme. Kabul etmek istemeseniz de, biliyorsunuz, "YAŞLANIYORSUNUZ..".

19 Haziran 2016 Pazar

Babanız Varsa Eğer


Babası ölenlerden af dilereyerek....


Bir babanız varsa eğer,
Yüzünüze keder öyle her istediğinde gelip oturamaz çünkü bir baba evlâdını en iyi tanıyandır. Kederin gölgesi düşer düşmez yüzünüze, tüm sebepleri kaldırır ortadan. Dudağında bir tebessüm, içinde kocaman bir sevgiyle sarılır size. Yeryüzündeki bütün dert ve sıkıntılar yok olur o anda. Çünkü baba, bir süngerin suyu çektiği gibi çeker alır tüm üzüntü ve dertleri kendine.(Araştırmayın boşuna, babanın bu doğaüstü gücü nereden, nasıl aldığını asla bulamazsınız. Ta ki bir çocuğunuz oluncaya kadar...)

Bir babanız varsa eğer,
Mucizelerin varlığını görüp yaşayarak kabul edersiniz çünkü her babanın sihirli bir değneği vardır. İmkânsızı başarır, olmazları oldurur sizin için. Meselâ bir baba asla parasız kalmaz. Değdirdiğinde sihirli değneğini cebine, boş olduğunu bildiğiniz cüzdanı istediğiniz bir şeyi alabilecek kadar parayla dolar. (Bir arkadaşından borç almak ya da bir/kaç faturayı ertesi aya sarkıtmak bu sihrin bir parçasıdır ama baba, asla sihrin formülünü vermez çocuğuna. Nasılsa bu sihirli değnek, çocuğu olduğu ilk gün verilecektir her babaya)

Bir babanız varsa eğer,
Korkusuzca, sere-serpe kurulup oturursunuz hayatın orta yerine. Siz görmeseniz de, babanız daima etrafınızdadır. Pençelerini çıkarmış bir şekilde dolaşır, gelen her türlü tehlikeyi ve tehlikeli insanları sizden uzaklaştırır. (Bir baba görünmezliğin sırrını çözmüştür evlâdı için ama siz bu sırra o anda nail olamaz, ancak baba olunca varırsınız.)

Bir babanız varsa eğer,
Asla karanlıkta kalmazsınız. Şafağa varmayacağını bildiğiniz en karanlık gecelerinizi ışığıyla aydınlatır babanız. Dolayısıyla karanlıktan hiç korkmazsınız. (Bir ışık kaynağı olarak baba, bilimsel araştırmalara konu olmalıdır)

Bir babanız varsa eğer,
Yanıldığınızda, yorulduğunuzda, yenilginin tam orta yerinde durduğunuzu hissettiğinizde onu daima yanınızda bulursunuz. Gerekirse savaşır sizin yerinize. Kendi kişisel hayatı mağlûbiyetlerle dolu olsa bile, her baba evlâdı için verdiği savaşta galip gelir. (Bkz: Gazeteler, kitaplar, filmler, haberler...)

Bir babanız varsa eğer,
Yalnızlığın, mutsuzluğun ve dahi umutsuzluğun o karanlık dehlizlerinde asla gezmezsiniz çünkü babanızın eli daima üstünüzdedir. Ne zaman düşecek olsanız o karanlık dipsiz boşluğa, sizi anında çekip alır. ( Bu gibi durumlara hazırlıklıdır her baba, işte bu yüzden yüreğinde daima sağlam bir halat taşır)

18 Haziran 2016 Cumartesi

Aslı Erdoğan'a Mektup

Sevgili Aslı Erdoğan,

Uzun süredir bendeki senle konuşup duruyordum ve bu kendi kendine konuşmayı somutlaştırmak adına sana yazmaya karar verdim. Sen de bilirsin ki, kendi kendine konuşmak pek sağlıklı bir şey değildir ve aynı zamanda hakkında konuştuğumuz kişinin bundan haberi olmadığı için dürüst bir davranışta sayılmaz bu.
Sık sık yaptığım gibi bu sabahta seni okuyarak güne başladım. Gece çok geç yatıp sabah da çok erken kalktığım için uykum gelmeye başladı ve kitabınla yatağıma geçtim, uyuyup kalmışım kitabın kucağımda. Uyandığımda kendimi sana sarılmış bulmak inanılmaz keyif vericiydi. Son günlerde bunu sık sık yapar oldum ve bu durumdan oldukça mutluyum.Bir kaç gün önce cebimdeki bütün paramla senin dört kitabını aldım (param yetmedi ve zorla sekiz lira indirim yaptırdım. Bir kitabını dahi bırakıp sonra alamazdım. Orada,o anda benim olmalıydı hepsi)ve onlar bittiğinde kelimelerinden uzak kalacağım için şimdiden üzülmeye başladım. Umarım yakın zamanda yeni kitabınla buluşabilirim.

Seninle çok geç tanışmış olmanın verdiği üzüntünün yanı sıra, seni tanımış olmanın mutluluğu içindeyim.Keşke daha erken tanısaydım gibi klişe bir laf etmeyeceğim. ‘Keşke’lerle yaşamayı bırakalı çok oldu çünkü. Artık hayatın verdikleriyle yetinen, yaratıcıya isyan etmek yerine boyun eğen bir kadın oldum. Bu durum başkalarınca, direnmek yerine pes etmeyi seçen korkakça bir teslimiyet gibi algılansa da, olmayan düşmanla savaşıp gücümü tüketmektense, olduğum yerde durup güç kazanmak ve içimdeki diğer ben’le savaşacak gücü bulmak daha akıllıca geldi bana ve işte bu noktada, tam da bu noktada varlığını yadsınamayacak bir şekilde yanımda hissettim. Kitapların, köşe yazıların, seninle yapılan röportajlar, hakkında yazılanlar günlük hayatımın bir parçası oldu.Her gün bir şekilde seninle oluyorum, sana dair yeni bir şey öğreniyorum ve seni tanıdıkça,kelimelerinle tanıştıkça seni daha çok seviyorum.

Zayıf yanlarını bilmek, yaralarını bunca uzaklığa rağmen görmek,kelimelerinin ruhuma kement atmasına izin vermek hayatla aramdaki pamuk ipliğini güçlendiriyor, yaşama azmi veriyor. Eminim ki kişisel yaşantın ve kitapların her okuyanda benzeri etkiler yaratıyordur. Buna rağmen kişisel yaşantınla gündeme gelmen, zayıf yanlarının güçsüzlük, ya da reklam amacıyla senin tarafından lanse edilmiş gibi gösterilmesi bir okurun olarak çok can sıkıcı. Edebiyat dünyasının bir diğer yüzünü, o çirkin yüzünü keşke senin gibi değerli bir yazarı harcamaya yönelik tavrıyla tanımak zorunda kalmasaydım. Neyse ki, kendi ülkende görmediğin o saygıyı ve değeri diğer ülkeler fazlasıyla gösteriyor ve dünya edebiyatında layık olduğun o yere seni oturtuyorlar. Okurun olarak bunu görmek çok gurur ve mutluluk verici.

Sana bir şeyler hatırlatmak elbetteki haddim değil fakat her durumda haddimi bilmeme rağmen bu konuda haddimi aşacağım. Bunun için beni bağışla lütfen. Başarılı bir yazar olmanın, kaliteli eserler yaratmanın, ötekileştirilenlerin sözcüsü olmanın yanı sıra sen, acı çekmiş, ağır yaralar almış, hayata bir şekilde tutunmaya çalışan ve/ya tutunmaktan vazgeçmiş kadınlar için bir rol modelsin de. Bizler içinde savaşmalısın hayatla ve insanlarla. Emin ol ki hayatın bir şekilde bir kadına örnek olacak, ona yaşama gücü verecek, onun tesellisi olacaksın.

Sevgili Aslı, insan olmanın gerektirdiği tüm erdemlere sahip olmanla, hayata karşı duruşunla, eserlerinle, duygu ve düşüncelerinle sen çok güzel bir insan, çok güçlü ve özel bir kadınsın. Lütfen aynı şekilde devam et.
Sevgiler….

17 Haziran 2016 Cuma

Facebook Şairi

Şiirim geldi ben de yazacam 
Tutmayın a dostlar şair olacam

Ölçü uyak bilmem doğaçlama yazarım
İkinci yeniden daha yeniyim kalıbımı basarım

Şiire getirdim yeni bir soluk
Beğeniler geliyor bak oluk oluk

Parayı denkleştirince ben de kitap basıcam
Satmasına gerek yok eşe dosta dağıtacam

Eleştiriye hiç gelemem egom göklerde
Beni buraya siz çıkardınız sürünürken yerlerde

Artık adım şairdir soyadım yazar
İyi yazmasam da olur aman canım kim takar

Fuar fuar gezer kitabımı tanıtırım
Havamdan da geçilmez şuh imzalar atarım

Parmaklarım nasır tutsa da yazacağım, yazar'ım 
Beni sizler yarattınız hepinize minnettarım



Bana İstediğimi Sor


          İlk ne zaman büyüdüğümü fark ettim, ilk ne zaman büyümek zorunda bırakıldım sorulmadı bana.
          İlk neye, niçin, kime ağladığım, ilk beyaz ne zaman düştü saçıma sormadı kimse. İlk ihanete uğradığımda ne hissettiğim, ilk ne zaman ölmek istediğim. İlk intiharımı neden gerçekleştirdiğim, yoğun bakımda gözlerimi ilk açtığımda neler söylediğim kimsenin umurunda olmadı hiç. On parmağım da sorunsuz işlevini görürken, neden tek serçe parmağımla hayata dokunduğum, yaşamak için tutunduğum hayallere erişemeden neden yok olduğum kimsenin ilgisini çekmedi. Alkole, sigaraya düşkünlüğüm yadırgandı, kızıldı da neden içtiğimin kimse farkına varmadı. Gereksiz ne kadar soru varsa soruldu da, konuşurken sesimin çatallaşması, gözlerimin hep bir noktaya dalması, bunca olumsuzluğa rağmen neden yüzümde hep bir gülümsemenin olması sorulmadı.

         Detay sevmeyen hiç kimse ile anlaşamıyorum bu yüzden. Oldukça huzursuzum, çokça mutsuz. kimsenin işine yaramayacak ne kadar lüzumsuz soru varsa sordular çünkü.
Din, mezhep, memleket, eğitim, aile, iş, çevre, yaş....
Üst mü, alt tabaka mı diye, bizden mi ötekilerden mi diye ayrıştırmak için ehemmiyetsiz ne kadar soru varsa hepsini teker teker  sordular.
         Ya parasıyla beni ezmek yanımda oldular  ya da yoksulluğunu bende görüp gerçeklerle yüzleşmek istemedikleri için kaçtılar hep.
          Ya egoları kucaklarında beni dinlediler ya da salya akıtarak elde etmek istediler.
        Ya bizden değilsin diye dışlandım ya da “bu da bizden” diye yapmacık sevgi gösterisiyle sarılıp sarmalandım.

         Bana çayımı ne yöne karıştırdığım sorulmadı. Böylelikle çayı şekersiz içtiğim hiç bilinmedi.

         Bana en sevdiğim meyve, en sevdiğim renk, en sevdiğim kitap/yazar, en çok gitmek istediğim ülke, günün en çok hangi saatini sevdiğim, varsa bir idealim sorulsun isterdim.
Doğru cevap için doğru sorular sormak gerekli çünkü.
Bir insanı tanımak doğru sorularla mümkündür ancak, nüans aramakla ve her insan ayrıntılarda gizlidir, verdiği cevaplarda.

         Ah, ne yazık ki kimse kimseyi bulmak istemiyor artık.