Gene aynı saatte uyandım, hiç şaşmıyor, kurduğum saatin
çalmasından on dakika önce uyanıyorum hep.
Saatin çalışıyla sen de uyanacaksın ve ben, senden önce uyanamayıp seni
izleme fırsatından mahrum kalacağım, düşüncesiyle saatin çalmasından önce
uyanmak bilinçaltıma yerleşmiş, istesem de daha geç uyanamıyorum. Hatırlıyorum,
çok hasta olduğum zamanlarda da bu hiç değişmedi.
Uyanıp önce seni izliyor,
sonra usulca yataktan çıkıyor kahvaltıyı hazırlıyorum. Sessiz olmaya özen
gösteriyorum, mutfaktan gelen seslerle değil, benim öpüşlerimle uyanmalısın. En
sevdiklerin; kızarmış ekmek ve
omlet, masanın başköşesinde… Evet, her
şey tamam olduğuna göre seni uyandırabilirim.
Parmak uçlarıma basa-basa
geliyorum yanına, yanağına kondurduğum bir öpücükle gözlerini açıyorsun.
Allah’ım! “Bu gözleri görmeden yaşayamam” diyorum, sen bana gülümserken. Neşe
içinde kahvaltımızı ediyoruz, sonra birlikte evden çıkıyor, aynı otobüse
biniyoruz iş yerlerimize gitmek için. Sonra… Sonra, acı bir siren sesi! Günlerce yoğun bakımda yatışım ve hastaneden
taburcu olana kadar ölümünü bilmeyişim!
Beş yıl geçti aradan… Gene aynı saatte
uyanıyorum, ama bu kez mutlulukla değil, kaza anındaki acı siren seslerini
duyarak. Önce yatağımdan kalkıp protez bacağımı takıyorum, sonra kahvaltıyı
hazırlıyorum; Omlet ve kızarmış ekmek… Öylece duruyor masada, sen yoksun, elimi
hiçbir şeye sürmüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder