siz gelin
üstü başı büsbütün hayal,
yorgun ve yoksul bir kızın hüzünlerini getirin bana
sustuğuma bakmayın
çünkü konuşulanlardan bana ne diyor içimdeki biri
ancak yabancı bir evin duvarındaki saatin
kadranında duyulabilir sesim
boşuna heveslenmeyin
saat kadranında olmakla zamanı yakalamak mümkün değil
çünkü duvar saati çoktan öldürmüş kendini
sakın üstünüze gelmesin ayrıntılar
şeytan ayrıntılarda gizlidir dese de birileri
hayır! Aynalarda gizlidir Şeytan
bu yüzden sıkılgandır bir yanım
bir yanım aynalara dönemez yüzünü
geri dönmüyor savrulan çığlık
ve katilini ele vermiyor hiçbir kadın
bir düşüncenin açmamış çiçekleriydi ömrümüz
vakitsiz soldurulan avuçlarımızda
düğümlendi gırtlağımdaki hece ve ezbere okundu şiir
şimdi cenaze törenlerinin ne önemi var
yitip gitti hepsi bir daha gelmemek üzere
gözümün yaşıyla onların üstünü ben örttüm
sessiz ve derinden “git” demişti biri “git ve kalan ömrünü yaşa”
bir denizaltı gibi torpidolarımı boşalttım o gün, o son mezarda
kim bilir kaçıncı kez elimden oyuncaklarımı alacaktı bu şehir
eskimeyi seçmiş bir kadın var karşınızda
elleri birbirine dolaşır hesap sorsanız; söz biter
müzik susar birdenbire ölüm yeniden tanımlanır
ne anlatabilirdim ki size ölümden başka/siz ne anlardınız
arkandan ağıt yakacak yok diyor içimdeki ses
oysa herkes biliyor hayat iki dudağımın arasında
ah, konuşmama izin verselerdi eğer
nasıl da kusar çıkarırdım yaşamı şişmiş karnımdan
ben yine bir hata yaptım- ama nerede
çoktan eskimiş bir masalı size yeniden anlatmış olabilirim
belleğimdeki habis bir resmin ayrıntısız gölgesinde
tanıdık yüzler arayabilirim
ismini alnıma yazdığım bir yüzü sırtımda taşıyabilirim yıllarca
aykırı düşler kurabilirim uykusuz geceler geçirdiğim yatakta
gece karanlık ki her zamankinden daha karanlık anımsananlar
siz gelin, mutlu bir çocuk sevinciyle uyanabilirim tüm kâbuslardan
siz gelin, serinkanlı sözler verebilirim size
bundan sonra her şey mümkün
17 Temmuz 2016 Pazar
15 Temmuz 2016 Cuma
Kırkıncı Yaş
yirmi sene önce çıkan yirmilik dişim
neredeyse döküldü dökülecek avuçlarıma
ah, ne kadar da geç kaldım
yaşama ve aşka
neredeyse döküldü dökülecek avuçlarıma
ah, ne kadar da geç kaldım
yaşama ve aşka
14 Temmuz 2016 Perşembe
Toprak ve Çocuk
Çocukken hiç oyuncağım yoktu ama
Sihirli bir değneğim vardı
Eşelerdim toprağı onunla her fırsatta
Evler çizerdim, çocuğu, annesi ve babası olan evler
Koşarak gidilirdi çizdiğim evlere
Oysa ben eve hiç gitmek istemezdim
Çocuk olmak büyülü bir şeydi
İstediğim her şeye sahip olurdum anında
Çizerdim silerdim, yapar bozardım
Topraktan gelip, toprağa gideceğimizi bilmeden
Ben her gün ona koşardım
Olmayan misafirlerime topraktan fincanlarımla kahveler yapardım
Yemekler hazırlar, otlardan salata koyardım önlerine
Yatıya kalmaya ikna ederdim her geleni
Uyuyunca misafirler, birinin koynuna girip yatardım
Çünkü ben yalnızlıktan ve karanlıktan çok korkardım
Çocuk olmak güzeldi
Bir soğan almam için gönderirdi annem komşuya
Öğretmenim çıkarma işleminde bir onluk için
Hiç eli boş dönmezdim
O yüzden toprak evlerime hep komşularımızı davet ederdim
Annem sevgi dilinden ninniler söylemezdi
Babamın şefkatten yoksun eli gezmezdi başımızda
Elsiz babalar yapar
Dilsiz anneler çizerdim çamurdan çocuklarıma
Çocuktum, gene de inandırırdım kendimi
mutlu bir aile olduğumuza
Bir gün toprak gerçeği fısıldadı kulağıma
O gün öksüz kaldım
12 Temmuz 2016 Salı
Tadı Kaçan Şiir
içinden kuşlar geçen bir şiir yazmak istedim
gökyüzünü taradı ucu kanlı namlular
çiçekler henüz dalında taptazeyken
tomurcuğa duran düşler kurmak istedim
hepsini kökünden söküp attılar
çocukluğumdan bahsetmek istedim
çiçekli entarisi ve yemenisinden annemin
yüzündeki morluk dışında başka renk bilmeyişinden
saklandı tüm sözcükler
tadı kaçtı şiirimin
ıslak bir mutfak bezi, kokuşmuş hayat
yatırdım onu arı düşlerime kırk yıl
kırkladım, kırk tas suyla
gene de paklanmadımm
bıraktım sonunda dünya meşgalesine kendimi
evi temizle yemek yap çocuklara bak
evi temizle, yemek yap, çocuklara bak
evi temizle, yemek yap çocuklara, bak!
yirmi dört parça huzur takımı olsa, elbette alacaktım
ben de, fiskos masasının üstüne mutluluğu koyacaktım
beş çaylarında kesme bardaklarda neşeyi şakırdatacaktım
başarabilseydim hayatla sevişmeyi
ıslak saçlarımı komşulara nispet yaparak savuracaktım
ütüleyecektim yüzümdeki her kırışığı
çizikler arasında sıkışıp kalmayacaktım
tüm bunları yazmasam şiirimin tadı kaçmayacak
size kuşlar ve çiçekler sunacaktım
kopmayacaktı size sözcüklerden attığım kement
bu şiir gibi yarım kalmayacaktım
11 Temmuz 2016 Pazartesi
Nilgün Marmara'ya
ertelenmiş bir intiharım ben
her şey güzel olacak yalanına inanan
ve kendime saplamak için tuttuğum
paslı bir bıçaktır yaşam
nefes aldıkça kanatan
her şey güzel olacak yalanına inanan
ve kendime saplamak için tuttuğum
paslı bir bıçaktır yaşam
nefes aldıkça kanatan
aşkları orgazmlarından kısa süren insanlar!
neden tutuyorsunuz beni?
neden tutuyorsunuz beni?
bırakın düşeyim kendimi dünyanın nüfusundan
kirli hesaplarından
ve kirli ellerinden tanrının
kirli hesaplarından
ve kirli ellerinden tanrının
taşınmaz bir hal ekidir yaşam
sürükleyerek ardımdan götürdüğüm
durup durup eksilttiğim
dürüp büktüğüm
bir hesap defteridir ömrüm
sürükleyerek ardımdan götürdüğüm
durup durup eksilttiğim
dürüp büktüğüm
bir hesap defteridir ömrüm
zengin bir kaynak gibi akar
hevesim kursağımdan içeri
bırakın onlara gömüleyim
gözlerim ölü kuşlar cehennemi
hevesim kursağımdan içeri
bırakın onlara gömüleyim
gözlerim ölü kuşlar cehennemi
büyüyen bir ölüm var karnımda
hevesle beklediğim
suyum geldi, kurudu yaşam
bırakın bir avazda öleyim
hevesle beklediğim
suyum geldi, kurudu yaşam
bırakın bir avazda öleyim
Fatoş Kara
Mutlu Bir güne Dair
Mutlu uyuyup, mutlu uyanacak kadar şanslıyım bugünlerde. Dakika farkıyla kaçırdığım otobüse, son sigaramın istenmesine, vitrinde görüp beğendiğim elbisenin istediğim bedeninin tükenmesine, yeni sürdüğüm ojeli tırnağımın bir yere değmesine, uykumun en güzel yerinde alarmın çalmasına gülüp geçecek kadar da neşeliyim üstelik.
Söz dilime değmeden, yaş gözüme düşmeden bilip beni anlayacak, sevgisiyle sarıp sarmalayacak birine sahibim çünkü. sebepsiz yere gülecek, dilimden aşk şarkılarını düşürmeyecek, yaşadığıma şükredecek kadar mutluyum ben bugünlerde.
Söz dilime değmeden, yaş gözüme düşmeden bilip beni anlayacak, sevgisiyle sarıp sarmalayacak birine sahibim çünkü. sebepsiz yere gülecek, dilimden aşk şarkılarını düşürmeyecek, yaşadığıma şükredecek kadar mutluyum ben bugünlerde.
10 Temmuz 2016 Pazar
Acıya Uyanmak
Gene aynı saatte uyandım, hiç şaşmıyor, kurduğum saatin
çalmasından on dakika önce uyanıyorum hep.
Saatin çalışıyla sen de uyanacaksın ve ben, senden önce uyanamayıp seni
izleme fırsatından mahrum kalacağım, düşüncesiyle saatin çalmasından önce
uyanmak bilinçaltıma yerleşmiş, istesem de daha geç uyanamıyorum. Hatırlıyorum,
çok hasta olduğum zamanlarda da bu hiç değişmedi.
Uyanıp önce seni izliyor,
sonra usulca yataktan çıkıyor kahvaltıyı hazırlıyorum. Sessiz olmaya özen
gösteriyorum, mutfaktan gelen seslerle değil, benim öpüşlerimle uyanmalısın. En
sevdiklerin; kızarmış ekmek ve
omlet, masanın başköşesinde… Evet, her
şey tamam olduğuna göre seni uyandırabilirim.
Parmak uçlarıma basa-basa
geliyorum yanına, yanağına kondurduğum bir öpücükle gözlerini açıyorsun.
Allah’ım! “Bu gözleri görmeden yaşayamam” diyorum, sen bana gülümserken. Neşe
içinde kahvaltımızı ediyoruz, sonra birlikte evden çıkıyor, aynı otobüse
biniyoruz iş yerlerimize gitmek için. Sonra… Sonra, acı bir siren sesi! Günlerce yoğun bakımda yatışım ve hastaneden
taburcu olana kadar ölümünü bilmeyişim!
Beş yıl geçti aradan… Gene aynı saatte
uyanıyorum, ama bu kez mutlulukla değil, kaza anındaki acı siren seslerini
duyarak. Önce yatağımdan kalkıp protez bacağımı takıyorum, sonra kahvaltıyı
hazırlıyorum; Omlet ve kızarmış ekmek… Öylece duruyor masada, sen yoksun, elimi
hiçbir şeye sürmüyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)